Çok sevdiğim, TÜBİTAK popüler bilim kitaplarından olan; “Beynine bir kez hava değmeye görsün” kitabından, ağrı üzerine yazılmış bir bölüm aktarmak istiyorum sizlere. Kitabın yazarı; kendisi de bir doktor (beyin cerrahı) olan Dr. Frank Vertosick Jr.
…Ağrı, hareket yeteneğimiz karşılığında ödememiz gereken bedeldir. Yaşamın şafağından bu yana canlı varlıklar iki kampa ayrılmışlardır: hareketsiz besin yapıcılar ve gezici besin arayıcılar. Birinci kampta olan canlı varlıklar yakın çevrelerinden enerji çekmeyi öğrenmişlerdir. Bitkiler klorofilli hücrelerini güneşe döndürüp, fotosentez yeteneklerini kullanarak glikoz üretirlerken, derin deniz yaratıkları okyanus yatağındaki ısıl akıntılardan gelen ısıyı yakalayarak besin yapıcı enerjiyi sağlarlar.
İkinci kamptaki yaratıklar zaman içinde kuyruklar, bacaklar, yüzgeçler ve kanatlar geliştirerek hareket yeteneği kazanmış ve besin yapıcıları veya birbirlerini yemeğe yönlenmişlerdir. Fotosentez yeteneği gibi akıllıca bir numaraları olmayan besin arayıcılar, kendilerine göre yeni bir icatla ortaya çıkmışlardır: sinir sistemi.
Sinir sistemi, hayvanlar çevrelerini duyumsasınlar ve ona göre davransınlar diye evrimleşmiştir, demek ancak kısmen doğrudur. Canlı olan her şey, beyni olsun veya olmasın, çevresini algılamaya ve ona göre davranmaya zorunludur. Örneğin bakteriler, çevre neminin çok düşük olduğu zamanları “anlar” ve kurumaya daha dayanıklı olan spor durumuna dönüşürler. Ağaçlar, sonbaharın geldiğini algılar ve güneş ışığının şiddetini kaybetmesi üzerine yapraklarını döker.
Ama bu yaratıkların çevre koşullarına cevap biçimleri, görece basit ve yavaştır, gerçekleşmesi saatler, günler, hatta haftalar alır. Bunun dışında, ağaçlar ve bakteriler gibi beyni olmayan yaratıkların yalnızca sınırlı bir cevap repertuarları vardır. Örneğin ağaç, mevsim değişikliklerine uyum sağlayabilir ama kaçacak yeri olmadığından, aniden gelişen ve yaşamı tehdit eden -orman yangınları, kabuklarını yiyen geyikler, sincap kemirmeleri gibi- olaylar karşısında çaresizdir. Doğa beyinsiz ağacı, bu çaresizliğini dengelemek için cahillikten doğan bir mutlulukla donatmıştır; meşe, ormancının baltasının acısını duymaz, çam, yıldırım gövdesini parça parça ettiğinde acıyla bağırmaz.
Hayvanlar ise, sürekli değişen bir çevreyle ve diğer hayvanlarla olan sürekli mücadeleleri nedeniyle bir ağacın sahip olduğu az sayıdaki uyumsal mekanizmayla varlıklarını sürdüremezler. Hareketli organizmalar, milisaniyeler içinde gerçekleşecek karmaşık cevap mekanizmalarına -yani bir sinir sistemine- gereksinim duyarlar. Algılama ve uyum sağlamanın beyin dokusu olmadan da gerçekleşebilir olmasına karşılık, bu yetenekler, yalnız çevreyi tanımaya ayrılmış bir organ sistemi tarafından yönlendirildiklerinde, yepyeni bir hıza ve çeşitliliğe kavuşurlar. Evrimde beyin öncesi ganglion oluşumları, biyolojinin sayısal bilgisayarları olmuş, bunların karşısında abaküs gibi duran bitkilerin mantık düzenini sollayıp geçmiştir.
Her zaman olduğu gibi, bu yeni teknoloji için de ödenmesi gereken korkunç bir bedel vardır; yaşamlarını sürdürebilmek için beyin hücrelerinin karmaşık yazılımlarına ve organlarının saat gibi duyarlı hareketlerine bağımlı olan hayvanlarda bu hassas sistem yaralanmaya da son derece açıktır. Doğru, koca aptal ağaç yangından kaçmayı beceremez ama dallarının yarısı yansa bile yaşamını sürdürebilir. Diğer taraftan bacağı kırık bir sincap neredeyse ölü demektir. Doğal yaşamın dünyasında, derinin yarılması bile enfeksiyon yoluyla ölüm anlamına gelebileceğinden, bir hayvanın yara almaktan kaçınması şarttır.
Eski bilgisayarlar gibi, eski beyinler de oldukça yavaştı. İlkel beyinleri olan yaratıkları beladan uzak tutmanın yolu caydırıcılıktı: bu nedenle tehlikeli şeyler zamanla acı verici şeyler olmaya başladı. Böylece ağrı, hayvanlar âleminin yöneticisi, yönlendiricisi durumuna geldi.
Ancak, zaman içinde o mükemmel ön beyinlerimizin oluşmaya başlaması bizi maalesef ağrı belasından kurtarmadı. Biz, artık ateşin zararını denemeyle öğrenmeye gereksinim duymayacak kadar akıllıyız, ancak gene de yanıklardan kaynaklanan ağrının ıstırabını çekmeye mahkûmuz. Bizlere diş ağrılarıyla, âdet zamanı kasılmalarıyla ve arı sokmalarıyla işkence eden ağrı kanalları, başka bir saldırgan yaratığın dişleri arasında kıvranan ceviz beyinli Stegosaurus’un zamanından bu yana pek fazla değişmiş değildir. İnsanlarda ağrı gereksiniminin devam ediyor olması, kuşkusuz, yarım akıllı küçük çocukların, anne babalarının da tanıklık edeceği gibi, neyin can yakıcı olup neyin olmadığını kendi başlarına öğrenme eğilimlerinden kaynaklanmakta.
Ağrı kanallarının “aç-kapa” anahtarı yoktur. Ağrı, biyolojik açıdan yararlılığı ortadan kalktıktan sonra bile devam eder. Vücudumuzda tedavi edilebilir bir kanserin varlığını bize duyuran ağrı, anlamı ve yararı olan bir ıstırap olmasına karşılık, kanser ağrısı, hastalık son safhaya geldiğinde, maalesef artık durma gibi bir merhamet göstermemektedir. Aslında sinir sisteminin, ağrı algılamasını sınırlandırmak için kullandığı iki mekanizma vardır. Bunlardan biri endorfinler adını verdiğimiz kimyasal salgılar, diğeri de “gating” (kapı ardına alma- kapı kontrolü) denilen, omurilikte bulunan bir düzenek değiştirme özelliğidir. Doğal gelişme içinde bunlar mükemmelden oldukça uzak olsalar da, tıbbi teknolojinin sağladığı olanaklarla etkinlikleri artırılabilmektedir.
Morfin benzeri doğal maddeler olan endorfinler, baskı altındaki koşullarda salgılanır. Endorfinler, morfin gibi, keskin ve şiddetli ağrı durumunda çok etkili olmakla birlikte, hafif veya kronik ağrı durumunda etkili değildir. Endorfinlerin evrimleşmesi, yaralı bir hayvanın kısa bir süre için bile olsa işlev yapabilir durumda kalabilmesini sağlama gereksiniminden kaynaklanmıştır. Örneğin: araba çarpması sonucunda ölümcül biçimde yaralanmış bir dişi geyik, ağrıyı hiçe sayarak doğrulup eşini aramaya koyulabilir. Bir futbolcunun, birkaç dakika önceki çarpışma sırasında kolunun kırılmış olduğunun farkında olmadan, rakip kaleye doğru top sürmeye devam etmesi, gene endorfinler sayesinde gerçekleşmektedir.
Endorfinler ayrıca, bir etobur yaratığın pençesine düşmüş bir hayvanı hissizleştirerek ağrı duymasını engeller ve böylece doğanın merhameti adına hizmet verir. Aslanların veya iri ayıların dişleri arasına düştükten sonra kurtarılmış insanların anlattıklarına göre, canlı canlı vahşi hayvana yem olma çaresizliği noktasına geldiklerinde benliklerini sıcak bir hissiz sükûnet duygusu kaplamıştı.
“Gating” ağrı duygusunu azaltmaya yönelik ikinci mekanizmadır. Omurilik yan yana dizili bir grup demiryolu gibidir. Duyular o hatlar boyunca beyine doğru yükselir. Her duyusal tür (ağrı, sıcaklık, hafif dokunuş, ağır basınç vb.) farklı trenlerce beyne taşınan yükler gibidir. Ama bunların beyne ulaşımı sınırlıdır. Aynı anda, ancak belirli sayıda trenin beyne girmesine, ancak belirli bir miktar yükün bilincimize boşaltılmasına izin vardır. Bir duyu baskınsa diğerleri bastırılır, “kapı ardına alınır”.
Gating mekanizması başka duyular için de geçerlidir. Örneğin bir kokteylde bir konuşmayı dinliyorsak ve az sonra başka bir konuşmaya dikkat kesilirsek, ilk konuşmanın sesleri bilincimizde arka plana düşerek söner. Aynı şekilde iki kuvvetli kokuyu birden koklamada güçlük çekeriz. Bir çok ticari ürün gating ilkesini temel alarak çalışır. Tuvalet deodorantları kötü kokuyu ortadan kaldırmazlar, onun üstüne daha güçlü ve hoş bir kokuyu yükleyerek, beynimizde, kötü kokuyu kapı ardında gizlerler. Havayolu yolcuları için uçak motorları gürültüsünü maskeleme cihazları, motorların rahatsız edici sesinin, kulağa daha hoş gelen başka bir “beyaz” ses tarafından bastırılması ilkesiyle çalışır.
Ağrı da üzerine daha kuvvetli başka bir duyu yüklenerek kapı ardına alınabilir. Eğer elimizi kaynar su ile yakmışsak hemen o bölgeyi ovuştururuz. Bilinçsiz olarak yaptığımız iş, ağrıyı kapı ardına alıp, bu duyguyu taşıyan trenin beyin istasyonuna varmasını engellemeye çalışmaktır. Ağrıların “gating” yoluyla dindirilmesi, eski bir deyiş olan “yürü de geçsin” sözünün ardındaki mekanizmadır. Migren ağrısı çekenler şakaklarını ovuştururlar, bacağına kramp girmiş olanlar kramplı kaslarını ovarlar. Masaj, sıcak sargılama, buzla sarma, yakı uygulama ve akupunktur gibi işlemlerin ardında da gating mantığı yatar. Yaşının ileri yıllarında böbrek taşı sıkıntısı çeken Napolyon, dikkatini karın ağrılarından başka yere çekmek için sık sık elini bir mum aleviyle yakarmış.
Ağrı, beyin ve sinir cerrahlarının günlük işlerinden biridir. Başta ağrı, yüzde ağrı, kollarda ağrı, bacaklarda ağrı, belde ağrı şikayetleri, hem doktorların hem de hastaların başlıca “baş ağrısını” oluşturur. Beyin ve sinir cerrahisi alanında yapılan ameliyatların üçte ikisinden fazlası ağrı kontrolüne ya da daha doğrusu hastanın ıstırabının azaltılmasına yöneliktir...
Konuyla ilgili:
Önemsemeniz Gereken 5 Ağrı